BU NOKTAYA NASIL GELDİK ?
#Berkin Elvan |
Türkiye, ekmek almaya giderken
vurulan küçük bir çocuğun kaybı ile sarsıldı. Ebeveynler, bir çocuğun
doğumunun ve varlığının ne kadar kutsal olduğunu bildikleri için herkesten daha
çok üzüldü. (Sadece masum bir çocuğun ölümüne
değil ülkenin içine düştüğü çıkmazın nelere denk geldiğini gördüğümüze de
üzüldük.) Her ortamda ayrım yapmadan bizi korumak, güvenliğimizi
sağlamak ile görevli polisler neden böylesine orantısız güç kullanıyor, hepsi
mi vicdanını terk etti diyerek kahroluyoruz. Korkutmak veya engellemek için
değil yok etmek için vuruyorlar, düşmanla savaşıyorlar sanki! Polisin sıktığı
gaz ve ilaçlı suya, attığı dayaklara ve kullandığı silahlara bakınca "hangi
savaştayız?" diye soruyorum. Düşman kim diye birbirlerine soruyorlar mıdır? Sanki
ülkemizin bayrağı indirildi, başka milletlerin tankları caddelerde geziyor,
esaret altındayız da nefsi müdafaa yapılıyor. Hiç kimse sokaklara sosyal
etkinlik olsun diye dökülmez, macera olsun diye sakatlanmayı, ölümü göze almaz.
Yıllarca geriye gittiğimizi kimse göremiyor sanırım.
Yozlaştık,
Sınav sistemleri her yıl değişti,
sorular çalındı, bazı çocuklar maratonu koşmadan kazandı, masum öğrenciler
ise derin bunalımlara sürüklendi. Cılız tepkilerden başka itiraz olmadı, yapanın
yanına kaldı. Kendi özelinde sorun yaşamayanlar
sistem bozulmasın diye susmayı tercih etti. İdealizmin en çok arandığı sektör "eğitim" olmalıyken, rant için çocukların üzerinden dönen olayları herkes
seyretti.
Kıyılar, ormanlar, parklar yok
edildi. Doğa katliamı bir yana bir de yıllarca görmek zorunda olduğumuz, çirkin
beton yığınlarına mahkum edildik. Artan nüfus ile orantılı alt yapı ve trafik
çözümleri önerilmeden her yer imara açıldı. Büyük şehirlerin dokusu onarılmamak
üzere kayboldu, yeşil alanlar bir gecede otele, lüks konut alanlarına ya da
alışveriş merkezine dönüştü. Sermaye hep kazandı, sadece izledik.
Kadınlar, eşinin haksız kazancını
onayladı, ona küsmedi. Hatta yaşam düzeyi iyileştiği için çarpık düzeni
savundu, bununla gurur bile duydu. Hak edilmeden kazanılan paranın ya kamudan
ya da masum insanlardan çalınması anlamına geldiğini düşünmek bile istemedi.
Anneler, işini bilen kurnaz çocuklarını uyarmadı çoğu kez, değer yargılarının en büyük
servet olduğunu unuttular.
Trafik ise terörün ta kendisi
oldu. Ters yönde gideni, kırmızıda durmayanları, emniyet kemerini susturmak
için abuk sabuk yöntemleri bulunanları, aynı araçta olsak bile öylesine seyrettik.
Trafiğe çıkması sakıncalı araçlar ile minik çocuklar taşınırken o aracı
kullanan da taşıma ruhsatı veren de üzülmedi. Aynı şekilde alkollü araç kullanan denetimde
affedilmeyi teklif etti, görevli memur da anlayışla karşıladı. Yurt dışında uygulanan yaşlı-çocuk ve engelli
haklarını ütopya saydık.
Türkçe’nin katledildiği dizileri
ayıla bayıla izleyenler, sokaktaki haykırışların, sosyal yaraların farkında olamadı.
Çoğunluk, mizahtan yoksun şeyleri komik sandı ve güldü. Magazin programları ve yetenek yarışmalarında ülke potansiyelinin ne kadar yüksek olduğunu öğrendik. Yaptığı işin, sanatın hangi türüne girdiğini anlayamadığımız isimler şöhret
oldu. Ekran başındakiler, entrikayı, hırsı, saray oyunlarını severek
seyrettiler. Cinayet, işkence, adam kaçırma, tehdit, iftira, aldatma, soygun,
düzenbazlık (daha
ne ararsanız)yöntemleri dizilerde (hem de tüm ayrıntıları ile) öğretildi. İnsanların
algıları yön değiştirdi, yozlaşmış karakterlerin bazıları kadınlara bazıları da erkeklere
idol oldu. Nezaket kurallarını hatırlatanların, geleneklerimizin önemini savunanların, dinozorlar çağından olduğunu düşünen bir toplum yapısı oluştu. Dürtüsel yaşamın
kent ölçeğine taşınmasına ve sakınmadan yaşanmasına özgürlük denildi. Herkes
kurallar, yasaklar başkasına uygulansın eğilimini benimsedi. (Bir de “sen benim kim olduğumu biliyor musun “
diyenler var ki, gaz sıkıp gözünüzü kör edenlerden daha tehlikeli onlar.)
Andımız kalktı, Türk olduğumuzu
söylemek, gurur duymak neden yasak olsun ki diyemedi kimse. Andın kalkmasını savunanlar, çocukları, yabancı okullarda kraliçeye bağlılık yemini ederken bunu ırkçılık olarak
yorumlamadılar. Aynı şekilde vatandaşı oldukları ülkenin çıkarları için onların yeminini etmek eleştirilmedi,
hatta özendirildi. Bu vatanı bizim yapan
değerler tartışmaya açıldı, yine seyrettik.
Duyarsızlaştık özetle. Üstelik
kendimizi hep haklı görerek bozulduk, değerlerimizi yitirdik. Ailemizde,
çevremizdeki herkes idealist oldu da sorunlar yumağını örenler uzaydan gelmiş
gibi davrandık. Şimdi, polislere kızıyoruz. Peki, kendi vatandaşına, hatta kendi yakınına dahi zarar vermeyi, masum yaşamları yok etmeyi görev gereği sayan bu
insanlar kimin çocuğu, kimin öğrencisi ya da eşi, babası, komşusu? Onlar da bizden
biri değil mi? (görev anında başka bir galaksiden
gelip sonra kaybolmuyorlar, bizden biri hepsi ama başka milletlerin politikaları ile eğitildikleri
için ait oldukları tarafı unutmuşlar.)
Çok öfkeliyiz ama “kime” ??? Cevap o kadar da basit değil.
Samimi davranıp, tarafsız gözle bakıp,
sosyal bilinçlenmeyi tartışabilir, yöntemlerini araştırabiliriz. Ülkenin içinde
bulunduğu durum herkesin hiç değilse kendisi ve ailesi için ilkeli bir duruş
belirlemesini gerektiriyor. Suya sabuna dokunmadan bir şeyler düzelebilir mi?
Umarım çoğunluğa ulaşırız.
Bilge SEZER ÖLMEZ
not: yazıda kullanılan görsel" http://listelist.com/berkin-elvan-tasarim/"sitesinden alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder