Kitap okumak en favori
alışkanlığım. Bazen okumak yetmiyor, arkadaş grubumda ya da edebiyat
kulüplerinde deneyimlediğim kitap analizleriyle bu alışkanlığımı destekliyorum.
Bir kitabı tartışırken yazarın amacını, okurun da algısını irdelemek, önemli
bir iletişim platformu yaratıyor. Hatta bazı yayınları hakkındaki eleştiriler
üzerine seçmiyor muyuz? Eleştirmenlik, profesyonel olarak işim değil, elbette her
okuduğum kitaptan sonra yazara /yayın evine görüş bildirmiyorum. Ancak son
okuduğum romanda o denli çok çelişki ve tuhaf yargılar var ki okur olarak kırmızıçizgileri aşmadan eleştiri hakkımı
kullanmak istedim.
Son yıllarda kişisel gelişime
ilgi artsın diye psikoterapi deneyimleri isim/mekan değiştirilerek yayınlanıyor.
(ikinci kere satılıyor aslında) Genelde
rağbet etmesem de yayın çeşitliliği açısından ya da önerilmiş ise bazen
okuyorum. Yine öneri üzerine başladığım,
Psikiyatrist Gülseren BUDAYICIOĞLU’ nun,
“KRAL KAYBEDERSE” isimli romanını henüz bitirdim. Popülist yaklaşım ile naif
duyguların sermayeye dönüştüğünü görmek üzdü beni. Öğrenmek, farklı bir bakış
açısı edinmek şöyle dursun, kendimi eksilmiş hissettim. (Nesnel
yaklaşabilmek için hemen yazmadım, birkaç gün bekledim.)
Roman, yakışıklı, zengin,
görenlerin etkilenip her alanda teslim olduğu, “Kral” olarak anılan bir erkek
karakter üzerine kurulmuş. On yıldan fazla bir süre, evlenme ümidi ile bekleyen
sevgili, diğer kadınları bilmiyor gibi
davranan eş, arada kendine yer bulan
sayısız kadın ve bunu kanıksayan bir sosyal çevre var. Oldukça aykırı detaylarla
kurgulanmış bu öyküyü birkaç soru ile irdelemek istedim.
Psikolog ya da psikiyatristlere başvuran insanların yaşam öyküleri
roman malzemesi olmalı mı? Kitabın önsözünde, kişi adlarının tanınmamaları
için değiştirildiği ancak hikayenin gerçeklerden kurgulandığı yazıyor. Kendi
rızaları olsa bile etik mi, ya da tüm adı geçen tüm bireylerin onayı var mı? (bir de için kazanç yönüne bakın, sorunları dinlemenin
parasal bedeli varken o sorunları satılabilir yayına dönüştürüp ikinci kere para
kazanmak ne kadar doğru. Kitabın gelirinden
varislere pay aktarılmış mı acaba?)
Romanlar gerçek olaylarla kurgulanmak zorunda değil, hatta ilgi çekmesi
için düşünce sınırı zorlanabilir bile. Ancak yazar iş adresi ve kimliğini
gizlemiyorsa, olaylar da gerçek ise etik kavramı nerede kalıyor? Psikolojik sorunları olan insanlar
karşıdakine ne kadar güvenip, sansürsüz ne kadar anlatabilir? Özel yaşamın
deşifresi çok tehlikeli değil mi?
Çarpık ilişkiler, gerçek olsa bile doğalmış gibi yansıtılmalı mı? Erkek, karısını, en yakın kız arkadaşı ile aldatıyor, onunla
evleniyor. Boşanan ilk eş o kadar pişman oluyor ki, eski kocası ile yasak
ilişkiyi bu kez o yaşıyor. Vazgeçilmezlik hep ön planda, yeniden evleniyorlar. Kadın artık
akıllanmış(!) onuru kırılsa bile her şeye katlanacak ama bir daha boşanmayacak
gibi. Ancak para ve şaşaalı yaşam sona erince krala sahip olma hissi yetersiz
kalıyor, bu sefer kesin bitiyor. (İnsanlar, kalplerinin sesini mi dinliyor ufak
hesapların peşindeler mi?)
Para her şeyi örter mi? En çarpıcı bölüm de sonlara doğru.
Kralımız, varlığını, sahte de olsa ilişkilerini, sağduyusunu ve toplum ile olan
iletişimini tamamen kaybediyor. Eş zamanlı olarak kadınların ve sosyal çevrenin
ilgisi de yok oluyor. (Hatta psikiyatri
kliniğindeki sekreterin, bir zamanlar emir kulu olan özel şoförünün ayrıcalıklı
bakış açısı bile değişiyor.) Satır aralarından indirekt olarak para,
makam, güç her şeydir mesajı yayılıyor. İşler yolunda iken çarpık düzen para
tükenince fark edildi, katlanılmaz oldu.
Yıllarca devam eden davranış bozukluklarının çözümü tek merkezli
olabilir mi? Hiç akla gelmeyen ayrıntılar çözümü tetikleyemez mi? Huzurevi
sürecinde bambaşka bir erkekle tanıştık. İzlenen muazzam değişim, sadece psikiyatristin
yaklaşımları, yorumları ile eşleştirilmiş. Oysa orada yeni arkadaşlar ve
onların yaşama bakış açısı ile tanışıyor bizim efsane. Bu kez sahiden takdir
edilecek, peşine düşülecek işler yapıyor, ancak tek başına, iç sesini
dinleyerek değişiyor. Kozmik dengeler ve asla tesadüf olmayan tanışmalardan hiç
söz edilmiyor. Bu kliniğe gelmese doğruyu bulamadan ölecekti mesajı alıyoruz.
Oysa Kral, tüm yaşamını yanlışlarla, günahla doldurdu, sağlıklı ve varlıklı
zamanlarında paylaşılan seanslarla çözüme ulaşılamadı. Bu kadar ileri bir
davranış bozukluğu takipsiz kalabilir mi?
Okuyarak teşhis ve tedavi mümkün mü? Son bölümde efsanemizden gelen
mektup, onun şaşırtıcı bir final ile yaşama veda ettiğini anlatıyor. Yazara
teşekkür ediyor ve kendi öyküsünün kitaplaştırılıp, ibret olsun diye çok insana
ulaşmasını istiyor. (Sanki
vasiyet üzerine yazılmış, ne ayrıcalıklı bir adam ölürken dahi ricası yerine
geliyormuş gibi! Oysa, mektup ulaştığında kitap yazılmış sadece daha basılmamış!)
Başkalarının dramlarını empati yapıp kendi özelimizi kurgulayabilir miyiz? Eğer
insanoğlu okuyarak ders alabilseydi tarih trajedilerle dolu olmazdı.
Bir kitabı tartışırken yazarın
ideolojisi, dönem edebiyatına katkıları, varsa esinlendiği akımlar, dil yetkinliği,
okurun kazanımları ve özde verilen mesajın içeriği nedir gibi başlıklar
karşılık bulmalıdır. Ticari kaygının gözetildiği popüler yaklaşımlar hayal
kırıklığı yaratıyor doğrusu. Bu kitap kurgu olsaydı kesinlikle yazılı eleştiri
yapma gereği duymazdım. Okur olarak, kişilerin özelinin malzeme olmasını benimseyemedim.
Ticari bir hedef gözetilmeseydi, bu marjinal öykünün neden yazıldığı belki “aykırı bir örnek ile mesleki deneyim paylaşma”
diye cevaplanabilirdi. İnsanların
psikoterapiye olan inancının zedelediğini düşünüyorum. Eleştirilerimi yazara
ulaştırmayı deneyeceğim.
Ben de bir doktor olarak etik bulmuyorum.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Girişte,isimler değişse bile bu çevrede yaşayanlar olayları ve kahramanları hatırlayacaktır denmesi bile yetmez mi?
YanıtlaSil