14 Şubat 2014 Cuma

4 ERKEK / 4 KADIN (Hayatımızdaki en önemli kişiler )




ÖZENMEK VE ÖZENİLMEK


İkili ilişkilerin anahtar kavramını  “özenmek ve özenilmek” diye algılıyorum.  Özenli olmak, kendimizce önemli bulduğumuz kişiye verdiğimiz önemin bize ait yöntemler ile ifade edilmesidir.  Sözlük tanımı ise bir şeyin iyi olabilmesi için gösterilen çaba olarak geçiyor. Çok sıradan, bir sözcük gibi görünse bile çevremde,  şiddetle gereksinim duyulan bir davranış biçimi olduğunu biliyorum.

Aile ve iş yaşamındaki ilişkilerde ne kadar özenli olduğumuzu ölçmüyoruz çoğu zaman. “Başkaları ne der” baskısı ile büyütüldüğümüz için önemli ayrıntıları gözden kaçırabiliyoruz. Dış çevrenin eleştirisinin ne olacağı ile aşırı ilgilendiğimiz bir sistem oluşturulmuş. Başkalarının geri dönüşlerini önemsiyoruz, yanı başımızdakilerin değil. Oysa herkesin karşı cins ile iletişiminde dört temel ilişkisi var, önemli olan da bu ilişkiler. Kadınlar için babası, erkek kardeşi, kocası ve oğlu iken erkeklerde de annesi, kız kardeşi, karısı ve kızları olarak açıklayabiliriz (kardeş ve çocuk olmadığı örneklerde sayı azalıyor ama içerik değişmiyor) Bu dört ilişkiye verilen değeri çok önemsiyorum. Çünkü çekirdek ailedeki nitelik, insanın kendini bulduğu, anlatabildiği ve karşıdakini bir yere koyma halini anlatıyor.

Özen göstermek nasıl bir şey, yeteri kadar fedakarlık yapmıyor muyuz? Yazıyı okuyanların bir kısmı, "ben zaten en iyisini yapıyorum" diye düşünse de biraz özeleştiri yaptığında farklı içsel itiraflar ile yüz yüze gelecektir.
Sık karşılaştığım örneklerden birisi ile anlatmaya başlayabilirim. Güne kahvaltısız başlamak, kahvaltı yapmamaya bir takım bahaneler öne sürmek bana çok aykırı geliyor. Büyük bir kayıp olarak görüyorum. Anne çok yoğun çalışıyor olsa dahi yarım saat önce uyanarak, güne keyifli başlamak mümkün. Bırakın çalışan kadınları, annenin çalışmadığı evlerde bile eş ve çocuklar evden kahvaltısız çıkabiliyor. Hazır gıdalar, mısır gevrekleri, işyerinde yenilen poğaça vs ile insan kendini nasıl özel hissedebilir ki! Hele çocuk yaşlarda iken evden mutsuz, moralsiz çıkan öğrencilere çok üzülüyorum. (neye kırıldıklarını bile bilmeden ne kadar inciniyorlar, kim bilir. Annelerinden talep ettikleri gıdaların hep dışarıdan sipariş verilmesine kızdıklarını okulda öğretmenlerine anlatanlar bile var. Kahvaltı, bekar yaşayanların da atladığı bir konu )

Mutfaktan verilecek çok örnek var. Düzensiz ve özensiz depolama yöntemleri, temiz olmayan dolaplar, kenarı kırık bardak- tabak kullanımı ruhumuza batan iğne gibi, farkında değiliz. (kişinin kendisine değer vermemesinin bir izi) Yemeği saklamak üzere temiz bir kaba aktarmak yerine kirli, kenarları bulaşık  tencereyi buzdolabına koyup o hali ile tekrar kullanmanın yarattığı etkiyi karşılaştırın lütfen. Ya da formu bozulmamış bir yiyecekten, alınan ilk porsiyon ile artık görüntülü bir servis tabağı aynı hazzı verir mi? (Beslenmek amacı ön plandaysa, masada estetiğe ilişkin detaylar aranmaz, onlar da zaten bu yazıyı okumaz, niye yazıldığını da anlamaz.) Şık  bir masada yiyeceklerin tadı bile değişiyor sanabilirsiniz.( çünkü malzemeye  sevgi tozları eklenmiştir.) Her öğünün özel olması için çok emek ve masraf gerekmiyor, sadece isteyerek hazırlamak koşulu var.

Ev dışındaki halimize bakalım. Erkek iş yerinde, çok kibardır, özellikle kadın arkadaşlarına karşı oldukça nazik, kullandığı argüman ise niteliklidir. Aynı adam evde, arabada, küfürlü konuşur, kabadır. İnsan özellikle karısı ve kızının yanında, hele de kadını aşağılayan küfürleri kullanabilir mi? (başkasına etse dahi)  Ne kadar tezat değil mi? Evde kullanılan hırçın ya da kaba ses tonu ve lisan, iş/arkadaş çevresinden gelen bir telefona cevap verirken aniden değişir. Kişi,   dünyanın ne nazik, en anlayışlı bireyine dönüşür birden. (Ev halkı şaşırır, hatta bu sevecenliği, kibarlığı biz hak etmiyoruz ki paylaşamıyoruz, karşıdaki çok önemli birisi herhalde diye düşünür.) Suratı asık, çok yorgun, canının sıkkın olduğunu söyleyen kadın/erkek gitmiş yerine enerji saçan kişiler gelmiştir sanki.

Peki, kendimize verdiğimiz değeri ölçüyor muyuz? Örneğin, bazı insanlar neden bayat çay içer veya ikram eder hiç anlamam. Taze demlenmiş çay içmek lüks değildir, ağız tadı bilmektir.  Tadı bozulmuş çayı ısıtıp, tüketmek bir tercih olamaz, ancak tembellik, özensizlik ile açıklanabilir. Oysa yapımı en kolay, sık tüketilmesinin mutfak bütçesini etkilemediği içeceklerden birisidir. Aynı şekilde, ekonomik olanaklar uygun olduğu halde, yıpranmış havlu ya da kırışık nevresim takımı neden kullanılır? Ütülü ve temiz kokan çarşaflarda uyumanın, ütülü çamaşır giymenin tadını bilmeyenler ne kaybettiğini de bilmez. (formalite olarak tanımlayan bile gördüm.) Onlar büyük olasılıkla, tertemiz bir mutfağın, banyonun yarattığı olumlu etkiyi de ayırt edemezler.

İkili ilişkilerdeki özen kaybında “komşunun tavuğunu kaz görme”  hikayesine sık sık rastlarız. Erkek dış yaşamında ileri düzeyde duyarlıdır, işyerindeki kadın arkadaşlarını sabırla, ilgiyle dinler. Kocalarının yaptığı haksızlıkları bilir, o kadınlara (aslında kendine) acır. Anlatılanların hiç birini yapmadığı halde karısı onun değerini bilmiyordur. Başka kadınlar için cömert, kibar, modern görüşlüdür, kadın hakları savunucusudur neredeyse. Aynı adam, eve geldiğinde eşinin gözlerindeki ifadeyi fark etmez bile,  yapılan fedakârlıkları duymayı, görmeyi hiç istemez. ( her kadın aynı işleri üstlenmiyor mu, ne yani ben de dışarıda çok yoruluyorum der. Yok yok kendi eşi abartıyor, kapris yapıyor olmalı)Evin sorunlarını, tüm gün bir şeyleri paylaşmak için kendisini bekleyen eşini susturur. (Anlatılanlar gereksizdir ve ne kadar yüzeyseldi, hatta karısı hiçbir şeyden anlamıyordur.) 

Aynı türün kadın örneği de dışarıda başka evde başka kimlikle yaşar. Erkek arkadaşlarının sorunlarını dinlerken nasıl olgundur, ılıktır, sabırlıdır aklınız şaşar. Bakımlı olduğu gibi kaprisi de alınmıştır adeta, sığınılacak bir limandır, sohbeti ilaç gibi gelir. Dinlediği erkeğin gözlerine öylesine ilgi ile bakar ki bağımlılık yaptığı bile olur. O şahane kadın, eve gelirken mutasyon geçirir aniden, eşini dinlerken şefkatten eser kalmaz acımazsızca eleştirir, paralar, kırar döker, talepleri mantık dışına çıkar.(bir yandan da kocam değerimi anlayamıyor diye düşünür.)Kısaca iki taraf da yabancılara gösterdiği sabrı tekrarlamaz, özenmez birbirine, tam tersine eşinin değerini azaltmayı marifet sayar. (Eşiniz, başka kılıkta, başka bir söylemle size, sizi anlatsa, şaşıracağınız çok detay ile karşılaşacağınıza eminim)

Bazı insanlar sevmeyi bilmiyordur, annesinin babasını içtenlikle onayladığını, benimsediğini görmeden büyümüştür. Erkek, kadınını koruyup kollamayı, sevmeyi beceremez, çünkü kendi babası da annesine yeterince özenmemiştir. Kimi kadın da kocasına yaptığı hizmetin, gösterdiği nezaketin gereksiz olduğunu iddia eder. Çünkü annesi ev işlerini söylenerek yapmıştır, kendi hayatı da kayıp olsun istemez.  Taraflar, acınası bir halde olduklarını bilmiyordur. (yaşadıkları sorunlar, sevgiden yoksun, ödev diye yaşanan ilişkilerin gelecek nesillere yansımasıdır, bedeli ağırlaşarak devam eder.)

        Hızla değişen,  toplum yapısında, özellikle büyükşehirlerde pek çok insan kişisel rehberlik veya tıbbi destek ile ruh halini ayakta tutmaya çalışıyor. (bir de yaşam koçları modası var. Pas geçtiğiniz şeyleri para ödeyerek yapınca önemser hale geliyorsunuz)  Genel bir mutsuzluk, kendini iyi hissetmeme hali ve karamsarlık her yaşta görülebiliyor. Psikolojik sıkıntıların oluşmasında o kadar çok parametre var ki, tek bir kaynağa bağlanamaz elbette. Kanımca, ailede içindeki özen duygusunun azlığını birinci sıraya koyabiliriz. 

        Kişinin kendisine özenildiğini hissetmesi çok besleyici bir duygu, yaşama kolayca tutunmayı kolaylaştırıyor, ayrıcalıklı yapıyor. Çözümü uzaklarda aramayın bence, en sabırlı en cömert en neşeli haliniz aile bireyleri için olsun. Esas olan dört erkek dört kadındır. İlgimizi, sevgimizi  onlarla paylaşalım, önce aile içinde mükemmel olmayı deneyelim diye öneriyorum.

            Mutlu ve samimi iletişim içinde olabileceğimiz günlere


Bilge SEZER ÖLMEZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder