Son yıllarda yaşanan trajediler
nedeni ile toplum olarak cinnet geçirme noktasındayız. Sosyal medya bağımlılığı ve teknolojinin
nimetleri ile uzaya gittiğimiz sanırken, Ortaçağ döneminin karanlığına hızla
batıyoruz. Öyle ki, aydınlığı aramak için hiçbir felaket yetmiyor bize
Geçen yıl, ODTÜ’de düzenlenen
Edebiyat Kulübü toplantılarının birinde, konuk Hakan GÜNDAY’dı. (Tartışılacak romanı okumadan katıldığım ender
seanslardan biridir.) Katılımcılardan birisi kendini psikolog olarak
tanıttı, yazara neden hep yaşamın acıklı, dramatik taraflarını işlediğini
sordu. Hatta çok ileri giderek,” yaşamda mutlu olacak hiçbir şey yok mu, ilişkilerin
güzel bir tarafı bulunmuyor mu? Sizin ruh sağlığınızdan uzman olarak
endişeleniyorum” dedi. Yazar ise “ben makinenin çalışır hali ile değil arızalı
tarafları ile ilgileniyorum” diyerek yanıtladı. Tüm topluluğa hitaben, “gazetede
bir cinayet haberi okuduğunuzda, bunu dünyadaki ilk cinayet olarak algılamalı, üzülmeli
ve elinizdeki işi bırakıp ne yapacağınızı düşünmeniz gerekli. Oysa siz trajedi
haberlerini okuyup sonra spor veya magazin sayfasına geçebiliyorsunuz, ben de
sizlerin, sağlıklı ve duyarlı olmadığınızı, düşünüyorum” dedi. Sıradan bir
diyalog gibi görünse de artık ele alınması gereken bir yaklaşım.
İçinde bulunduğumuz durumu ne
kadar kısa özetledi aslında. Terör gündemin ilk sırasında, işsizlik ve ekonomik
sorunlar hızla artıyor, yargı, eğitim ve sağlık sistemi hiç kimseye güven
vermiyor. Buna karşın ne yürütme organları ne de toplum “çok acil bir şeyler yapmalıyız”ı konuşamıyor. Sosyal medyada özel yaşam paylaşımları
son sürat yayınlanmaya devam ediyor bir yandan. Olaylara sığ yaklaşıp,
üretmeyen, sürekli atıp tutan ve kendini otorite sanan yorumcular da cabası. Demek
ki, kimse son yıllardaki çöküşü ve yaklaşan karanlığı yeteri kadar tehlikeli
bulmuyor. Tarih aklını kullanmayan, bireysel çıkarlarını önde tutanlardan
oluşan toplumların nasıl yok olduğunu anlatan örneklerle dolu oysa ki!
Cennet olarak anılacak doğaya,
kıymetli kültür varlıklarına, yer
altı/yerüstü her türlü zenginliğe sahip ender ülkelerden biriyiz. Dünya ekonomisinde kilit olabilmek, sosyolojik
açıdan örnek alınmak, bilimin üstünlüğü ile anılmak gibi kavramlarla bilinen
bir ülke olmak varken geldiğimiz nokta sahiden dramatik. Kurtuluş Savaşı
günlerini atlatmış bu toplum ikinci bir bağımsızlık mücadelesi veremeyecek
kadar ayrışmış durumda. (Ortadoğu
ülkelerindeki aymazlıktan büyüyen iç savaşlar, dolayısı ile kaybedilmiş bağımsızlık örnekleri kuvvetli bir
yol gösterici aslında.)
Aklını egosuna, nefsine teslim
etmemiş insanların sandığımdan daha çok olmasını diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder