20 Nisan 2022 Çarşamba

YURDANUR SEPKİN

                                                                                                    




Bu yazım Serbest MİMAR'ın 43. sayısında dijital olarak yayınlandı. Dergilik  uygulamasına  ulaşamayanlar ya da sosyal medyada paylaştığımız sayfa görüntüsünü rahat okuyamayanlar için aynı yazıyı blog sayfamda da paylaşıyorum. 


YURDANUR SEPKİN (12 Mart 1941- 24 Şubat 2022 )

Gittiler…

Bu tek sözcüklü ama anlamı derin cümle bana ait değil. Değerli büyüğümüz Yurdanur Sepkin’in küçük oğlu Serkan’ın medya paylaşımından aldım. Önce annesi sonra da babasını kaybetmenin ağırlığını tek kelimeye sığdırabilmiş, etkilenmemek mümkün değil.


Yurdanur Sepkin, mimarlık camiasının kuşkusuz en nezih isimleri arasında yer alıyor. Sağlık sorunlarıyla mücadele etmekten yoruldu ve kaybettik bu güzel insanı.  Onu anlatan bir yazıyı kaleme almak üzücü olsa da onur verici, kendisi ile paylaştığım son anı olacak. Ailemde de özel bir yer kaplayan dostluğunu paylaştığım için şanslıyım. Sonsuzluğa giderken arkasında bıraktığı, imrenilesi itibar, yaşamının gurur verici özeti olarak belleklerde hep canlı kalacak.  

İş saatleri dışında paylaşılmış, nice güzel hatıraları ön plana çıkarmak istediğim için biyografik anlatımın dışına çıkacağım.  (Resmi özgeçmişi, kazandığı yarışmalar/ Mimarlar Odası, Türk Serbest Mimarlar Derneği başta olmak üzere yaptığı yöneticilikler/ akademik görevleri ve tamamladığı mimari projeleri kronolojik olarak kayıt altında nasılsa; bu bilgileri kullanmayı yapılacak kapsamlı anma çalışmasına bıraktım.)

Kişi, kaybettiği yakın dostu hakkında ne söyleyebilir ki dile gelmeyenleri dahi kapsayabilsin diye düşünüyorum kaç gündür.  Her canlının dünyaya veda edeceği gerçeğini biliyoruz ama her giden bu kadar boşluk yaratacak mıdır acaba? Özellikle öğrencileri ve birlikte çalıştığı genç meslektaşlarında büyük izler bıraktığını biliyoruz. Gözlemlerim ve bana iletilmiş duygu yüklü mesajlardan alıntılar yaparak anlatmaya çalışacağım.

Yurdanur Hoca, aklındakileri mutlaka ince gözenekli bir filtreden geçirerek ifade ederdi. Sakindi, az konuşup çok şey diyebiliyordu. Yıllarca aynı büroyu paylaştığı, sonra birlikte üniversitede ders verdikleri Mimar Öner Olcay’ı da bu diyalog ile anmış olalım. Öner Hoca, mesleki birikimine ve isabetli gözlemlerine karşın öne çıkmak istemez, bizzat sorulmadıkça fikrini açıklamazdı. Ofiste soluksuz çalışırken de sosyal ortamlarda da dinlemeyi tercih ediyordu. Konuşkan olması için ısrar edildiğinde, sessizliğinden memnun olduğunu kibarca belirtir, içe kapanıklığını kabul ederdi. Ortaklıktan öte bir bağ vardı aralarında, yaşama veda ettiğinde Yurdanur Hoca çok sarsıldı. Yılları beraber tükettiği dostunun mezarını tasarlarken değişik eskizler yapmıştı, uygulamak istediği tasarım yalın olduğu kadar çok iddialıydı. Mezar ölçülerindeki dikdörtgen mermerin ortasında küçük, dairesel boşluk bırakmış, prizmatik bir kapalılık yaratmıştı. “Bitki örtüsü için yeterli olmaz” diye çekincemi belirttiğimde, “kendisine sorabilsek dünya ile bağının bu kadar olmasını isteyecekti, eminim” dedi. Az sözle çok şey demesini anlatmasına örnek olarak aklıma yer etti bu söylemi.

Bilmediğini bilmediği” şeyler olabileceğini başından kabul eden biriyle yol almak ne kolay. Öğrenmeye olan merakının tükenmemesini saygıyla karşılardım. Özellikle mesleki alanda yetkinliğe kavuşmanın güçlüğünü sık sık vurgular; tamamlandığını iddia edenleri de kibirli dünyalarında bırakmayı pratik bir yanıt olarak görürdü. (Had sınırını aşanlara karşı koyduğu mesafenin kapanmadığını bilenler kırmızı çizgileriyle tanışmak istemezdi.) Sadece teknik alanda değil sosyal yaşam parametrelerinde de sahip olduğu bilinç onu farklılaştırıyordu. Çalışkanlığı ve ilgisini çeken konulara harcadığı emek ile öğrenme isteği örtüşüyordu. (Bazı süreçleri büyük disiplinle tamamlaması, koroya devam etmesi gibi) Ya resim ve perspektifle anlatma yeteneğine ne demeli! Yapıların, ışık ve gölgelerle bağını, gözlerini kapatıp hayal eder anında, kâğıda aktarırdı. Sadece binaları, insan ölçeğini değil duygularını da çizerek dile getirebiliyordu.

Hediye edilmiş, güzel bir eskiz defterim var. Kitaplıkta boş olarak saklanması yerine sayfalarının yakın dostlarımın çizgileriyle dolmasını istedim. Yurdanur Hoca, proje etüdü yapmayacağını, biraz düşüneceğini söyledi. Ardından, bir yurtdışı gezisinde çekilen fotoğrafı resmetmeye karar vererek Helsinki Sibelius Anıtı’nı yorumlamıştı. Ülkenin en çok ziyaret edilen anıtıymış. Öyle güzel anlatmış ki metal silindirik öğelerin içinden geçen hava akımının yarattığı melodik ritimleri yerine gitmeden duymuş oldum. (Eserin sahibinin bu anıya ortak olması da sanat eserlerinin ulaştığı sınırların ölçülemeyeceğini örnekledi, vurgulamadan geçemedim)


                                    

Değerli bir dost, saygın bir mimar ve “öğretmeyi başarabilmiş” hoca kimliklerinin hepsini rahatlıkla taşıyabiliyordu. Yurdanur Hoca’nın kaybından sonra konuştuğum ailesi, arkadaşları, öğrencileri ve yakınlarının üzüntülerini ifade edişleri birbirine çok benziyor. Yaşarken da şimdi de aksini duymadım; duygu ve düşünceler aynı sözcüklerle dile geldi, hatta kümeler kesişmesi gibi oldu. Birbirinden habersiz kişilerin neredeyse “tek ağızdan çıkmış” dedirten söylemlerini sizin de doğrulayacağınıza eminim.

Öğrencilerinden gelen mesajlardan bazı cümleleri alıntılayarak sıraladım:

Sıcak gülüşlüydü, tavırları kibirden uzaktı”

Evlat” diye hitap ederken, babacanlığıyla bizi koruyacağını hissettirirdi”

Ders dışı uğraşılarımızı dinler, takip ederdi. Arkadaşlığı ve sosyal yönü, hocalığından önde duruyordu. Jüri ile çakışan bir sosyal sorumluluk projesine katılmam için bana özel izin verdi. Bazı anların tekrarı olmadığında tercih hakkımı nasıl kullanacağımı öğretti.”

Hürmetimizden yol verdiğimizde geride durur “önce kadınlar” derdi, gerçek bir centilmendi. Proje eskizlerimizi azarlamadan, yargılamadan incelerdi. Projeyi yeterince çalışmadan, araştırmadan sunduğumuzda çözümsüz noktaları “sence olmuş mu” diyerek gösterir,  hatamızı görmemizi kibarca sağlar, sesini asla yükseltmezdi.”

Proje ödevlerimi yapamıyordum, okulu bırakmaya karar verdiğimi arkadaşlarımla paylaşmıştım. Bir gün kantinde o zamana kadar fazla tanımadığım Yurdanur Hocamla karşılaştık, o da öğrenmiş koşullarımın zorluğunu. Masamın yanına geldi ve kendisine aldığı çikolatayı bana uzatırken verdiği öğüt, hayatımı değiştirdi. “Çok başarılı olacaksın, sakın bırakma devam et” dedi. Verdiği özgüvenle sekiz dönem boyunca stüdyo derslerinden en yüksek notu alarak sınıfın ilk mezunlarından oldum. Okul bittiğinde elini öptüm ve teşekkür ettim. İdol bir karakter ve idol bir mimardı.”

Öğrencilerini genç meslektaşı olarak görürdü, incitmeden iletişim kurardı. Yetişmeyen ödevlerin nedenini araştırırdı, mutlaka dinlerdi bizi”

Yurdanur hocam, mimarlık yolculuğumun en başında bomboş bir sayfayken (asla unutamayacağım o eskizleri gibi) öyle güzel çizimler yaptı ki sayfama; sadece mimarlığı değil hayatı öğretenim oldu. Naif konuşmalarıyla mesleğime ve hayatıma katkıları için çok teşekkür ederim.”

Yaşı ve unvanına gösterilen hürmeti kabul ederken hep nazikti, olgundu.”

Aile bireyleri de öğrencilerinden farklı düşünmüyor. Herkese “arkamda, yanımda durdu hep” dedirtecek hoşgörüsü, güvenilirliği ve fedakarlıkları ile “Aga” olmayı hak etmiş. Baskın bir karakterdi ancak otoritesini kabalaşmadan, şiddet kullanmadan, öfkeli anlarında bile nezaketini koruyarak kurmuştu. Anlaşmazlıklarda, uzlaşmayı kesinlikle sağlardı çünkü adil karar verebildiğine büyük-küçük herkes inanırdı. Aile ve meslek çevresi dışındaki cemiyet ortamlarına da değer katması, özenle koruduğu kimlik özelliklerinden kaynaklanıyordu.

Ne mutlu ona; hakkındaki güzel sözler yüzüne karşı söylendi, duydu hepsini.  Mazisine gururla bakabiliyordu. Duygu ve düşüncelerinin dışa vurumu (meslek diliyle) ölçekliydi, şımardığını, taşkınlık yaptığını gören hiç kimse olmamıştır herhalde. Centilmenliği, teknik bilgisi ve sanatçılığıyla bütünleşmiş bir mimardı, iyi ki tanıdık onu diyerek sona geldim; öte yandan da eksik mi anlattım endişesindeyim şimdiden affola.

Koro günleri, madımak ayıklama hikayeleri, çocukluğundaki muziplikleri, hatalarını telafi ederken sergilediği incelikler gibi pek çok hatıra bu yazıya sığmadı. Sağlığını kaybettiği son yıllara ise hiç değinmeyeceğim, onu yakışıklılığı, güleç yüzü ve öğretici sohbetleriyle hatırlayalım. Yine değerli başka bir meslektaşımızın kaybı sonrasında bizzat kaleme aldığı yazıdan alıntı yaparak bitiriyorum

“Boşluktan bir çakıl taşı düştü, dalga dalga daireler yayıldı su yüzüne.

Büyüdü hareler, hafifledi.

Çakıl çoktan derinlerde kaybolmuştu ancak, pek çok diğer düşenlerin aksine, su yüzüne ışıltılı baloncuklar bıraktı ki onlar uzun süre etrafı pırıl pırıl aydınlatacaklardı.”

Yurdanur Sepkin de unutulmayacak, etrafını aydınlatmaya devam ederken özleyeni çok olacak.

Saygıyla.

Bilge SEZER